Güleç: “Seyahatlerimle dünyayı başka bir gözle gördüm”

 

                                                                                                                           04 Şubat 2019

 

Güleç: “Seyahatlerimle dünyayı başka bir gözle gördüm”

Kelebeğin Dünyası Projesi kapsamında Yeşim’e konuk olan seyyah Betül Güleç, gezdiği coğrafyalarda insanların ve özellikle de kadınların yaşam mücadelesini gözlemlemenin kendisinde derin duygusal izler bıraktığını ve dünyayı başka bir gözle görme şansı bulduğunu söyledi.

Türkiye’de tek çatı altında en fazla kadın çalışan istihdam eden firmalardan biri olan Yeşim’in Kadın ve Çocuk Kulübü ve Uludağ Soroptimist Kulübü iş birliğiyle hayata geçirilen “Kelebeğin Dünyası” projesi söyleşileri devam ediyor. Kadınların eğitim, sağlık ve kişisel gelişim konularında farkındalığını arttırmak ve toplumdaki güçlü kadın profilleri ve rol modelleri Yeşimlilerle buluşturmak amacıyla organize edilen etkinlik; dünyanın değişik coğrafyalarını dolaşarak insan hikayeleri biriktiren modern seyyah Betül Güleç’i ağırladı.

Neredeyse bütün Avrupa’yı, pek çok Asya ülkesini ve Amerika dahil olmak üzere 60’dan fazla ülkeyi gezen ve TEDx dahil çeşitli platformlarda konuşmacı olarak çok sayıda söyleşiye imza atan Betül Güleç, modern insanın anlam arayışını, gezdiği yerlerdeki kadın hikayeleri üzerinden anlatmak için Mavi Konferans Salonu’nda Yeşimlilerle buluştu.

Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Filistin, Etiyopya ve Irak gibi dünyanın zorlu coğrafyalarında bulunarak bu ülkelerdeki zorlu koşulları yakından gözlemlediğini ve Türkiye’de de çok sayıda şehri gezdiğini belirten Güleç; insanların ama özellikle de kadınların yaşam mücadelesini gözlemlemenin kendisinde derin duygusal izler bıraktığını ve dünyayı başka bir gözle görme şansı bulduğunu söyledi. Seyahatlerin; insanın iç dünyasına yolculuk yapma ve özüne kanallar açmasına vesile olabileceğini dile getiren Güleç, insanın konfor alanının dışına çıkmasıyla bakış açısının değiştiğini ve kendi gerçekliğinden dışarı çıkmanın kendisi için son derece önemli olduğunu kaydetti. Güleç, söz konusu seyahatler kapsamında ilk olarak Filistin’e gittiğine ve burada acı insan hikayeleri gözlemlediğine değinerek, “Sonraki durağım Afganistan’dı. Burada hava alanından çıktıktan itibaren içinizi bir ürperti kaplıyor, çünkü her adımda silahlar ve askerler var. Afganistan’da evden dışarı çıkmanın dönüşü olmayabilir. Varlıkla yokluk arasında mesafesizlik insanın yüzüne çarpıyor. Burada kadınlar için hayat son derece zor çünkü kadın haklarının yok sayıldığı bir ülke Afganistan. Bu ülkede yapabileceğim şey çok azdı ama yine de insanların hikayelerini dinlemek ve buradan onlar için yapılabilecek bir şey olup olmadığını görmek istedim.” diye konuştu.

 

“İnsanlar kötü hissetmemek için hissetmemeyi tercih ediyor”

Güleç, Pakistan’da da 1 yıl kadar yaşadığını ve bu süre zarfında bu ülkede bir restoranda müdürlük yaptığını ifade ederek, mesai saatleri dışında restoranda çalışan çocuklara İngilizce öğrettiğini ve onlarla insani etkinlikler yaptıklarını kaydetti. Çalışmadığı günlerde de yakınlardaki bir okulda engelli ve down sendromlu çocukların eğitime destek verdiğini dile getiren Güleç, “İnsanların hayatlarına dokunmak ve onlara ‘sizin acınızı önemsiyoruz’ mesajı vermek istedim. Çünkü onların çığlıkları bizim coğrafyamıza ulaşmıyor. Geleceğimi sanki biliyormuşçasına beni bekleyen insanlara tanık oldum. Hayatta yapılan küçük şeylerin büyük farklılıklara yol açtığını gördüm. Küçük detaylar aslında büyük şeylere imkân sağlar ancak modern çağın dayattığı birçok şeyin arasında biz bunun farkında olamıyoruz. Günümüzde insanlar kötü hissetmemek için hissetmemeyi tercih ediyor.” şeklinde konuştu. Güleç sözlerini şöyle sürdürdü: “Etiyopya’da da bulundum ve ilkel kabilelerle zaman geçirdim. Onun yanı sıra Bangladeş - Myanmar sınırında bulunan Arakan Kampı’na gittim ve orada da mülteci kamplarında çalıştım. Buradaki kamplarda 1 milyon insan zor şartlarda yaşıyor. Günde 1 kez yemek dağıtıldığı için günde 1 öğün beslenmek durumunda olan insanlar var bu kamplarda. Kuzey Irak’taki insani kamplarda da ne olursa olsun ümidini yitirmeyen insanlarla karşılaştım ve ümidin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Aslında insanın kendisine sorması gereken soru “Nasıl mutlu olurum?” değil, “Mutluluğa nasıl layık olabilirim? sorusu olmalı. Kendimize doğru soruları sorarsak, hakikatle aramızdaki bağı kuvvetlendirebiliriz. Benim kendime sorduğum sorular, kendimi bulmama vesile oldu. Yakınlarım benim gittiğim coğrafyalarda fiziksel olarak yaralanmamdan endişe duyuyordu. Oysa ben fiziksel yaralanmalardan çok, ruhsal yaralanmalardan daha çok korkuyordum.”